Milli parka girip göl çevresinde yol almaya başladığımızda
gölün tamamen buz tutmuş olduğunu gördük. Her yer tamamen beyaza bürünmüştü. Neresi
göl neresi kara seçmek çok zordu. Neyse ki o gün kar yağışı durmuş. Hava tam
doğayla iç içe olmamız için açmıştı. Gölün manzarası tüm ihtişamıyla
karşımızdaydı. Fakat bununla ilgilenen yoktu. Şambriyelini kapan büyük piknik alanının
tepesine doğru tırmanıp çığlıklar atarak kendini tepeden aşağı bırakıyordu.
Biraz kayak yapalım biraz fotoğraf çekelim derken 1 saat geçmişti bile.
Tepeden aşağı inip turun bizim için hazırladığı mangalda pişmiş sucuk ve köfteli ekmeklerimizi arasına bol domates ve biber de koyup bir güzel yedik :) Aldığımız kalorileri yakalım diye göl çevresinde yürüyelim derken süslü faytonları görüp yürümekten vazgeçtik. :) Tüm gölün çevresini faytonla rahat rahat turladık. Sonrasında tur otobüsümüze binip Sapanca’ya doğru yola çıktık. Biraz üşümüşüz otobüse binince fark ettik. Yolda sıcak kahve ikramıyla yeniden ısındık. Sapanca’ya varmadan durduğumuz mola yerinden evde yemek üzere saray helvası ve pişmaniye almadan da edemedik :)
Sapanca’da hava Abant’a göre bahar gibiydi. Kardan eser
yoktu. Masmavi göl güneş ışıklarıyla parlıyordu. Gölün etrafındaki tesisler,
oturup manzaranın tadını çıkaranlarla doluydu. Bu gölün eğlencesi ise kıyıdan
kiralanan deniz bisikletleriydi. Bizde herkes gibi gölün keyfini çıkardık.
Maşukiye’ye doğru yola çıkmak için otobüsümüze bindiğimizde günün yorgunluğu yavaş yavaş üzerimize çökmeye başlamıştı. Maşukiye’ye vardığımızda güneş batmış hava kararmak üzereydi. Her durduğumuz yerde bir şeyler yediğimiz için Maşukiye’de balık yiyecek halimiz kalmamıştı. Burada da akan derenin çevresinde ve hediyelik eşya dükkanlarında dolaştık. Artık epey üşümüş ve yorulmuştuk. Bize göre evin yolunu tutmanın zamanı gelmişti. Sadece biz değil sanırım herkes aynı durumdaydı. İstanbul’a doğru yola çıktığımızda, otobüsün içinde çalan hafif müzikten başka hiçbir ses duyulmuyordu. Epey yorucu ama çok keyifli bir gün geçirmiştik. :)
Maşukiye’ye doğru yola çıkmak için otobüsümüze bindiğimizde günün yorgunluğu yavaş yavaş üzerimize çökmeye başlamıştı. Maşukiye’ye vardığımızda güneş batmış hava kararmak üzereydi. Her durduğumuz yerde bir şeyler yediğimiz için Maşukiye’de balık yiyecek halimiz kalmamıştı. Burada da akan derenin çevresinde ve hediyelik eşya dükkanlarında dolaştık. Artık epey üşümüş ve yorulmuştuk. Bize göre evin yolunu tutmanın zamanı gelmişti. Sadece biz değil sanırım herkes aynı durumdaydı. İstanbul’a doğru yola çıktığımızda, otobüsün içinde çalan hafif müzikten başka hiçbir ses duyulmuyordu. Epey yorucu ama çok keyifli bir gün geçirmiştik. :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder